Güncel
Parasal güç ve direnç: Halkbank’ın hatırlattıkları
Follow @dusuncemektebi2
Halkbank’a yapılan bu sistemik yıkım saldırısı, sadece bir bankaya yapılmış bir müdahale olarak değil, Türkiye’nin direnç kapasitesinin artırılması gerektiğine ilişkin acil ihtiyacı hatırlatması nedeniyle de bir uyarı olarak algılanmalıdır.
2016’nın Nisan ayında Panama’da, uluslararası ölçekte faaliyet gösteren binlerce irili ufaklı “OffShore” olarak da bilinen kıyı-ötesi ÅŸirketin/bankanın trilyonlarca doları akladığı ortaya çıkmıştı. Belgeler, büyük kısmı vergi kaçakçılığının, ama azımsanmayacak bir kısmı da gayrimeÅŸru iÅŸlerden elde edilen trilyonlarca dolar kara paranın aklama bilgilerini içeriyordu. Ãœstelik bu büyüklüğün neredeyse %70’ini Amerikalı ÅŸirketler/bankalar oluÅŸturuyordu.
Uluslararası AraÅŸtırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu'nun (ICIJ) dünya kamuoyu ile paylaÅŸtığı “Panama Belgeleri” olarak adlandırılan gizli belgeler, yaklaşık 21 ila 31 trilyon doların bu yöntemlerle temizlendiÄŸini ve uluslararası finansal sisteme yeniden dahil edildiÄŸini ortaya koydu. Ve ne tuhaftır ki, bu belgelerin açığa çıkardığı skandalın ardından, birkaç münferit hukuk süreci dışında ne ABD’de ne de ABD’li bankaların operasyonlarının olduÄŸu ülkelerde bu bankalara iliÅŸkin soruÅŸturma açıldı.
Peki o halde Mart 2016’da Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taşıyan Ä°ran kökenli iÅŸ adamı Rıza Sarraf’ın tutuklanmasında ve tam bir yıl sonra Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın uluslararası bir havalimanında Türkiye’ye dönüş yolunda sabıkalı bir suçlu gibi gözaltına alınıp, birkaç saat içinde tutuklu olarak Amerikan cezaevlerine transfer edilmesindeki ana gerekçe, iddia edildiÄŸi gibi “kara para aklama” suçu mudur?
Asıl suçlama ne?
Görevden alınan New York Savcısı Preet Bharara tarafından Rıza Sarraf’a ve sonra Bharara’nın selefi Joon H. Kim tarafından Hakan Atilla’ya iki önemli suçlama yöneltiliyor. Savcı, Amerikan yaptırımlarına göre kara para olarak kabul edilen Ä°ran petrol ve doÄŸal gaz ticaretinden kaynaklanan parasal transferlerin banka dolandırıcılığı olduÄŸunu ve Amerikan finans kurumlarının yanıltılarak milyonlarca doların aklandığını, böylelikle hem Ä°ran ambargosunun hem de 1977 tarihli Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası’nın (IEEPA) ihlal edildiÄŸini öne sürüyor.
Savcı Bharara’nın yaptığı suçlamaların odağını teÅŸkil eden parasal transferler, Amerikan vatandaşı olmayan bir kiÅŸinin, ABD dışındaki bir ülkede, yine Amerikan sermayesi ile iliÅŸkisi olmayan bir banka tarafından, Amerikan sermayesinin ortak olmadığı iki ÅŸirket arasındaki ticari ve parasal iliÅŸkileri oluÅŸturmasına raÄŸmen, bunun nasıl olup da Amerikan hukuku açısından bir davaya konu olabildiÄŸi sorusu ise, bu transferlerin bir bacağında Amerikan dolarının kullanıldığı iddiasıyla cevaplanıyor. Savcılık makamı, toplamda her bir davalı için 50 yıl hapis cezası istediÄŸi suçlamaları da, bu iÅŸlemlerde Amerikan dolarının kullanılmasına dayandırıyor.
Amerikan yaptırım rejimi kapsamında ilk defa ABD vatandaşı olmayan, ABD’de yaÅŸamayan ve hiçbir ticari ve parasal operasyonunu ABD’de veya ABD sermayeli bir ÅŸirket veya banka ile yapmayan, bağımsız ve egemen bir ülke olan Türkiye Cumhuriyeti'nin bir vatandaşının dava edilebilmesi yeni bir paradigma deÄŸiÅŸimi anlamına da geliyor.
Hem Rıza Sarraf’a hem de Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’ya karşı açılan davaların odağında Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası’na (IEEPA) aykırılık olması, suçlamaların nitelikli banka dolandırıcılığı veya kara para aklama gibi uluslararası suç tanımlarıyla deÄŸil de IEEPA ile iliÅŸkilendirilmesi ise, ayrıca üzerinde durulması gereken önemli bir ayrıntı olarak karşımıza çıkıyor.
Daha da ötesi, hem Sarraf’a hem de Atilla’ya karşı açılan davaların odağında IEEPA'ya aykırılık olması, suçlamaların nitelikli banka dolandırıcılığı veya kara para aklama gibi uluslararası suç tanımlarıyla deÄŸil de IEEPA ile iliÅŸkilendirilmesi ise, ayrıca üzerinde durulması gereken önemli bir ayrıntı olarak karşımıza çıkıyor.
ABD ve parasal gücünü kullandığı başka vakalar
Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası (IEEPA), Jimmy Carter’ın baÅŸkanlığı sırasında 1977’de yasalaÅŸmıştı. Bu yasa, yabancı bir kaynaktan olaÄŸandışı ve alışılmadık bir tehdidi bertaraf etmek amacı ile ABD BaÅŸkanı’na ulusal acil durum ilanı yaptıktan sonra ticareti düzenleme yetkisi veriyor. Daha önce de benzer yasalar ile ekonomik, mali düzenleme ve yaptırımlar gerçekleÅŸtirmiÅŸ olan ABD, Carter’ın baÅŸkanlığı sırasında patlak veren Ä°ran Rehine Krizi’ne cevap olması amacıyla çıkardığı IEEPA Yasası ile BaÅŸkan’a, yabancı ülke vatandaÅŸlarının ya da ABD’de yerleÅŸik bazı yabancı uyrukluların yurtdışındaki varlıklarını dondurarak ya da "bloke" ederek ABD ulusal güvenlik çıkarlarını koruma yetkisi tanıyordu.
Özellikle 11 Eylül’den sonra sık sık baÅŸvurulan bu yasa ile hem baba George ve oÄŸlu George W. Bush hem de Barack Obama yönetimleri, defalarca çeÅŸitli ülke vatandaÅŸları ile örneÄŸin Muammer Kaddafi gibi devrik liderlerin ABD’nin egemenlik alanı içinde bulunan varlıklarına el koydu. Credit Suisse (Ä°sviçre) veya Deutsche Bank (Almanya) gibi bankaların, IEEPA kapsamında gözlem altında tutulan kiÅŸi ve ÅŸirketlerle parasal sistemde Amerikan ulusal çıkarlarıyla örtüşmeyen ticari ve parasal iÅŸlemleri yüksek cezalar ile sınırlandırdı veya engellendi.
2009’da benzer bir suçlamaya muhatap olan Credit Suisse Ä°ran, Libya gibi IEEPA’nın yaptırım radarı altındaki ülke vatandaÅŸlarının parasal transferlerine aracılığı nedeni ile 600 milyon dolara yakın bir ceza ödedi. Deutsche Bank ise benzer suçlamalar ile 2008’den itibaren Amerikan ve Ä°ngiliz makamlarına yaklaşık 10 milyar dolar civarında ceza ödemek zorunda kaldı. Bu cezalara konu olan parasal transferler ABD dışında gerçekleÅŸse de, hem Credit Suisse’in hem de Deutsche Bank’ın uluslararası bankacılık operasyonlarının niteliÄŸi ve Amerika’da da temsil edilmesi nedeni ile ceza ödeme yükümlülüğü gerçekleÅŸmek zorunda kaldı.
Kıta Avrupa’sının en büyük ekonomisi Almanya’nın amiral gemisi olarak da bilinen bankası Deutsche Bank’ın Amerikan parasal gücüne direnememesi, Almanya’nın parasal gücünün de sınırlarını belirlemesi açısından önemlidir. Keza Rusya’nın olabildiÄŸince saldırgan politikalarının seyri, ekonomik zenginliÄŸini önemli ölçüde dayandırdığı petrol ve doÄŸal gaz gelirlerinin akıbeti ile de ilgilidir. Zira enerji fiyatlarının uluslararası sistemde halen dolar üzerinden belirleniyor olması, Rusya’nın Amerikan politikalarına olan onayını da biçimlendirecek ve bu seyir bölgesel güvenlik dengelerini okumak isteyenler açısından önemli bir parametre olma niteliÄŸini devam ettirecektir.
Ez cümle parasal güç, Amerikan gücünün ana kaynağıdır.
ABD, Türkiye’nin Ä°ran’ın ekonomik gelirlerini koruma ÅŸemsiyesi altına aldığı 2009’dan itibaren Ankara’nın bağımsız dış politik hamlelerini zayıflatmak amacı ile finansal zorlayıcı diplomasi araçlarını devreye sokmuÅŸtur. Bu müdahalelerin odağında bulunan Halkbank’a, 2009-2013 yılları arasında Ä°ran ambargosu nedeni ile yapılan küçük uyarılar, Amerikan parasal güç araçları eliyle Türkiye’ye uluslararası sistemdeki yerini hatırlatma amaçlı müdahaleler olarak yorumlanmıştı. Amerikan Hazine Bakanlığı’ndan yetkililer bu uyarıları ilgili taraflara yüz yüze aktarmak için sayısız defa Türkiye’de Ali Babacan, Mehmet ÅžimÅŸek ve bankaların üst yönetimleri ile hararetli toplantılar gerçekleÅŸtirdiler. Wikileaks’de yayınlanan toplantı notlarından da anlaşıldığı üzere, bu süre zarfında Washington-Ankara hattında “parasal güç” ekseninde aktörler arasında ciddi bir “uyumsuzluk” hâkim olmuÅŸ. Ancak 17-25 Aralık 2013’ten sonra meydana gelen geliÅŸmelerin tetiklediÄŸi gerilim, Türkiye-ABD iliÅŸkilerindeki uyumsuzluÄŸun yerini derin bir krize terk etmesine zemin hazırlamış. Bu krizin yapıtaÅŸlarının kurgusunda ise 24 Ocak 2014 tarihli Bankalar Yeminli Murakıbı ve halen FETÖ soruÅŸturması kapsamında firari sanık olarak yargılanan Osman Zeki Canıtez imzalı bilirkiÅŸi raporu dikkat çekiyor.
Kamuoyunda “yolsuzluk soruÅŸturması” olarak bilinen 17/25 Aralık soruÅŸturmaları sırasında “Komisyon oranlarının düşürülmesi, rüşvet iliÅŸkisi ve sahte evrakla iÅŸlem yapılmasına göz yumulması gibi” suçlamalarla ilgili olarak talep edilen bilirkiÅŸi raporunda dikkati çeken ifadeler, hayli uzun bir dizi suçlama ve uyarıyı da içeren “Halbank’ın Ä°ran yaptırımları ile ilgili rolünün suç vasfının ve bu durumun yaratacağı olası etkilerin” anlatıldığı bölümde dile getirilmiÅŸ.
“Ä°ran’a yaptırımlar ve Halkbank’ın rolü ile ilgili olarak,” ifadeleriyle baÅŸlayan söz konusu bölüm “… özellikle ABD’nin Ä°ran’a karşı yaptırım kararlarına muhalif iÅŸlemler gerçekleÅŸtirilmesini” bir suç olarak tanımlıyor. Murakıp Canıtez’ın raporun devamında dile getirdiÄŸi “baÅŸta USD olmak üzere yabancı para iÅŸlemlerinin kısıtlanması, yurt dışındaki muhabir banka iliÅŸkilerinin dondurulması” gibi, 2009-2013 yılları arasında ABD makamlarınca Türk bankalarına yapılan tehditlerin aynısını adeta bir suç olarak tanımlıyor ve bu suçun önlenmemesi halinde Halkbank’ın ve dolayısı ile Türkiye’nin başına gelebilecekleri sıralıyor.
Bu noktada birkaç hususa açıklık getirmek gerekiyor. ABD yaptırımlarına uyup uymama, ceza hukukunu deÄŸil, siyasi karar alıcıların bahse konu olan ülkeyle kurdukları dış siyaseti ilgilendirir. Ayrıca bankalar yeminli murakıbı, devletin temel dış siyasetini sorgulamak amacı ile deÄŸil, Bankacılık Kanunu’na veya Türk Ceza Kanunu’na aykırılık teÅŸkil eden iÅŸlemleri tespit etmesi için görevlendirilmiÅŸtir. Ãœstelik egemen ve bağımsız Türk Devleti’nin ne Bankalar Kanunu ne de Türk Ceza Kanunu’nda “ABD yaptırımlarına aykırılık” gibi bir suç tanımı yer alır.
Canıtez’in, 25 Aralık 2013 tarihli BaÅŸsavcılık talebiyle araÅŸtırması istenilen suçlamalara konu iÅŸlemler ile hiç ilgisi olmadığı halde ABD yaptırımlarını referans alması hayli düşündürücü. Ama daha da ilginç olan, raporda Ä°ran’a yapılan petrol ve doÄŸal gaz ödemelerine, Amerikan savcılarının yaptığına benzer biçimde “kara para” iması ve suçlamalarla gösterdiÄŸi dikkat çekici benzerlikler olmasıdır.
Sistemik yıkım saldırıları ve finansal güvenlik
Halkbank konusu popüler siyasi tartışmaların zaman zaman merkezinde yer alması nedeni ile hak ettiÄŸi gündemi ne yazık ki oluÅŸturamadı. Oysa meÅŸru Ä°ran petrol ve doÄŸal gaz gelirlerinin uluslararası sistemde ve BM kontrolünde finansal aracılığını üstlenen Halkbank’a ABD tarafından yöneltilen baskı ve suçlamalar hukuksuzdu ve bu hukuksuzluÄŸa siyasi yelpazenin tüm taraflarının birlikte direnmesi gerekiyordu.
Halkbank’a yöneltilmiÅŸ olan dikkatlerin sadece Rıza Sarraf ve birtakım siyasiler hakkındaki rüşvet, yolsuzluk gibi iddialar üzerine odaklanması, Türkiye’ye yönelmiÅŸ olduÄŸu açık olan ekonomik ve finansal itibarsızlaÅŸtırma giriÅŸimlerini de perdeledi. Oysa süratle bu meseleyi iç siyasetin kısır polemiklerinin girdabından çıkarmak gerekiyor. Moody’s adlı derecelendirme kuruluÅŸunun Halkbank’ın dış piyasalardan fon edinme kapasitesini aÅŸağı çekecek biçimde yabancı para cinsinden borçlanma karnesini düşürme olasılığı böyle bir siyaset üstü tavır için uyarıcı bir geliÅŸme olarak okunmalıdır.
Halkbank konusu popüler siyasi tartışmaların zaman zaman merkezinde yer alması nedeni ile hak ettiÄŸi gündemi ne yazık ki oluÅŸturamadı. Oysa meÅŸru Ä°ran petrol ve doÄŸal gaz gelirlerinin uluslararası sistemde ve BM kontrolünde finansal aracılığını üstlenen Halkbank’a ABD tarafından yöneltilen baskı ve suçlamalar hukuksuzdu ve bu hukuksuzluÄŸa siyasi yelpazenin tüm taraflarının birlikte direnmesi gerekiyordu.
Artık mesele sadece Halkbank’ı deÄŸil, Halkbank üzerinden Türkiye’nin tüm finansal ve parasal ağını etkileyecek ve Türkiye’nin kaynak üretme kapasitesine derin bir darbe indirme potansiyeli taşıyan geliÅŸmeleri tetikleyecek aÅŸamaya gelmiÅŸtir. Bu aÅŸama uluslararası parasal iliÅŸkiler uzmanlarının tabiriyle bir “sistemik yıkım” aÅŸamasıdır.
Uluslararası parasal iliÅŸkiler literatüründe “sistemik yıkım”, aÅŸamalı bir dizi zorlayıcı güç aracının sonuncusu olarak tanımlanır. ABD, II. Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren küresel finansal sistemin kurgusunu yapısal gücünün ona verdiÄŸi özerklik ve etkinlik derecesi nispetinde yapmıştı. Amerikan dolarının yüzyılı olarak da adlandırılacak olan 20. yüzyıl, parasal gücünün sınırlarını liberal politikalar ve küreselleÅŸme eliyle tüm dünyaya yayan ABD’ye gücünü artırma olanağı sunmuÅŸtur. 1956 SüveyÅŸ Krizi’nde Ä°ngiliz ve Fransız askeri varlığını bölgeden çıkarmak için kurguladığı kur manipülasyonu öylesine etkin olmuÅŸtur ki, Ä°ngiltere iflasın eÅŸiÄŸine gelmiÅŸ ve 19. yüzyıldaki parasal gücünün son izleri de böylelikle silinmiÅŸtir.
Diğer yandan aynı dönemde merkeze bağımlı ülkelerin, liberalizm adı altında dayatılan bir takım para ve ekonomi politikaları ile direnç kapasiteleri olabildiğince zayıflatılmıştır. Küresel finans ve parasal sisteme bağımlı hale getirilmiş Türkiye gibi ekonomiler de zamanın onlara sunduğu dönüşümden yaralanmak istedikleri anda Halkbank örneğinde olduğu gibi sistemik yıkım saldırılarına maruz kalmışlardır.
Bu senaryolara karşı ekonomisini olabildiğince korumayı başarmış ve ekonomik büyümenin olumlu etkisini öncelikle direnç kapasitesini artırmak için kullanmış olan Çin ise, parasal özerkliğini zamanla parasal güce dönüştürmeyi başarmıştır. O nedenle, asıl güç, başkasına uyguladığınız yaptırım gücü değil, başkasının sizi normal koşullarda kabul etmeyeceğiniz bir şeyi yaptırmaya zorlaması halinde ona direnebilme kapasitenizdir.
Bugün Halkbank ve gelecekte belki de Ziraat Bankası üzerinden yapılacak bir sistemik saldırıya hem kurumsal zenginliklerimizi koruyarak hem de ekonomik ve parasal direnç kapasitemizi kurumsallaştırarak ve devlet kapasitemizi güçlendirerek nasıl karşı koyabileceğimiz sorusuna süratle odaklanılması gerekir.
Amerika’nın parasal gücü, dolarize Panama ekonomisindeki trilyonlarca dolar büyüklüğündeki kara paranın soruÅŸturulmasına gerek görmezken, ulusal çıkarları gereÄŸi Türk ekonomisine sistemik saldırıda bulunabiliyor. Türkiye’nin sınırlı parasal ve finansal özerkliÄŸi, dış politikasındaki bağımsızlaÅŸma talebinin bedelini ağırlaÅŸtırıyor.
Finansal ve parasal güç iliÅŸkileri, uluslararası sistemi biçimlendirmesi ve tüm bunların doÄŸal bir uzantısı olarak bölgesel ve küresel güvenlik paradigmalarını doÄŸrudan etkilemesi nedeni ile odaklanılması gereken en temel alanlardır. Halkbank’a yapılan bu sistemik yıkım saldırısı, sadece bir bankaya yapılmış bir müdahale olarak deÄŸil, Türkiye’nin direnç kapasitesinin artırılması gerektiÄŸine iliÅŸkin acil ihtiyacı yeniden hatırlatması nedeniyle de bir uyarı olarak da algılanmalıdır.
Siyasi irade çoÄŸu zaman hataya düşebilir. Ancak asıl hata, ulusal çıkar bilincini yitirmiÅŸ ortak ulusal iradeyi üretemeyen toplumdadır. “Ulusal finansal güvenlik” konusu da zaman kaybetmeden ele alınması ve siyaset üstü bir konu olduÄŸuna tüm toplumun inanması gereken yeni bir olgudur.
Selva Tor, finansal güvenlik stratejisti. 2013-2015 yılları arasında Stratejik AraÅŸtırmalar Enstitüsü’nde Strateji ve Stratejik AraÅŸtırmalar Anabilim Dalı’nda Ulusal ve Uluslararası Güvenlik Stratejileri alanında yüksek lisans eÄŸitimini tamamladı. Uzun yıllar uluslararası finans ve yatırım bankacılığı konularında yurt içi ve dışında, yerli ve yabancı banka ve finans kurumlarında çeÅŸitli kademelerde görev yaptı, pek çok alanda danışmanlık hizmeti verdi.
Henüz yorum yapılmamış.